3 Temmuz 2015 Cuma

Abdullah Gül İle 12 Yıl - Ahmet Sever





Ahmet Sever Abdullah Gül ile 12 Yıl kitabında vurguladığı gibi yaşamış görmüş ve yazmış.
Keşke devlet kademelerinde mevki sahibi, uzun süreli hizmetler yapmış kişiler, tecrübelerini, deneyimlerini ve eleştirel tespitleri daha fazla yazsa, halk ile paylaşabilse. Bunu her zaman bekleyen ve dileyen bir okuyucu olarak Ahmet Sever’e teşekkür ederim. Cesaretinden ve diğer mevkidaşlarına örnek olmasından ötürü ayrıca taktir ederim.

Okurken şunu anlıyorum ki Ahmet Sever’in penceresinden anlatılan bu kitap  Abdullah Gül duygularını düşüncelerini yansıtmış, sesi olmuş.

Televizyonlarda izleyip, gazetelerde okuyup geçtiğimiz, bazı olayların Abdullah Gül penceresinden daha derin ve farklı bakış açısıyla bize detayları ile anlatılmıştır.

Açıkçası Sayın Gül’ün pozitif nurası, demokrasiye bakışı ve algılayışı, duruşu, sakinliği (o güven veren sakinliği), sempatik içten gülümseyişi (mümkün oldukça gülümseyerek konuşması) ve en önemlisi olaylara insancıl ve barışçıl yaklaşımı beni oldukça etkiledi. Belki de olması gereken buydu ama şu zamanda bu kadar kötü örnekler arasında, bu davranış biçimini o kadar özlemişiz ki bizim içimize su serpiyordu umut oluyordu. Sizce de öyle değil mi? Eminim benim gibi düşünen bir çok insan vardır. Dolayısıyla Türkiye bu özelliklere sahip daha çok siyasetçi kazanması gereken bir zamanda kesinlikle Abdullah Gül’ün siyasetten uzaklaşması millete her anlamda büyük bir kayıp, uzaklaştırılması ise büyük bir ihanet  olacaktır.

Belki de yeni bir siyasi atılım öncesi halka 12 yılın özetlemek istemiş. Yanlış anlaşılabilir durumları sebepler ve koşulları ile şeffafça bir de kendi penceresinden anlatmak istemiş olabilir. İyi ki de yapmış.


Kitaptan Seçmeler; Abdullah Gül ile 12 Yıl

“Gül’e göre Türkiye’nin önündeki üç büyük engel

Abdullah Gül, başkanlığından başlayarak dışişleri bakanlığı ve nihayet cumhurbaşkanlığı döneminde, üç sorunu Türkiye’nin büyümesinin ve güçlenmesinin önündeki en büyük engel olarak gördü:
Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunu.


Bu üç sorunda da inkârcı, kalıplaşmış ve kendinde hiç hata görmeyen, her yanlışı başkalarında arayan yaklaşımların hiçbir sonuç vermediğini,  tam aksine bu tür yaklaşımların sorunu daha da kangrenleştirerek çözümü daha da zorlaştırdığını düşünüyordu.


Türkiye bu engelleri bertaraf etmesiyle, birikimini, zamanını ve enerjisini ekonomi, eğitim, sağlık bilim ve teknoloji gibi alanlarda yoğunlaştırabileceğine, AB demokrasisini tam anlamıyla benimsemiş Müslüman bir Türkiye’nin, ırkçılık, İslamofobi, terör, medeniyetler çatışması küresel sorunların çözümüne de ciddi katkı sağlayacağına inancı tamdı.  İşte bu anlayışla 12 yıl boyunca üç sorunda da ezberlerin dışına çıkarak cesur çıkışlar yaptı.”

“Öküz altında buzağı aramak

Bu arada, Köşk adeta büyüteç altına alınmıştı. Atılan her adımın, yapılan her açıklamanın arkasında kötü, başka bir niyet aranıyordu. Öküz altında buzağı aramak tam da böyle bir şeydi işte. Ekim 2010’da Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu hazırlıkları başlamıştı. Davetiyeler hazırlandı ve gönderilmeye başlandı.

Tercüman gazetesinin manşeti gönderilen davetiyelerle ilgiliydi. Gazeteye göre, davetiyelerin üstündeki, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” ibaresinden “Cumhuriyet” çıkarılmış, Abdullah Gül, “Türkiye Cumhurbaşkanı” olarak davetiye göndermişti.

Şaşırıp kaldık. Hemen eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel Ve Ahmet Necdet Sezer dönemindeki davetiyeleri çıkarıp baktık; tamamıyla aynıydı. En ufak bir değişiklik yoktu. Bunları birkaç örnekle birlikte açıklama hazırlayıp gönderdik, Tercüman gazetesine, haberi düzeltmeleri için gönderdik. Bizim açıklamaya bir satır yer verilmedi.”


“Cumhurbaşkanı görev süresi boyunca TBMM’nin açılış konuşmalarını büyük önem verirdi. Haftalar önceden hazırlıklar başlanır, vereceği mesajlar özenle ve titizlikle seçilirdi. Makamın gereğine uygun hükümete, muhalefete, kamuoyuna vizyon çizerdi. Anayasa değişikliği, ifade ve basın özgürlüğü, siyasette üslup en fazla vurgu yaptığı başlıklardı. Konuşmanın omurgasını kendisi belirler yakın ekibiyle saatler süren toplantılar yapardı. Masanın etrafında sürekli farklı görüşler dile getirilir ve Cumhurbaşkanı’nın önünde sert tartışmalar yaşanırdı. Zira, bunu kendisi adeta teşvik eder, 
 mesajlarının devlet ve kamuoyu üzerinde yaratacağı etkiyi ve tepkiyi sanki bu şekilde test ederdi.”

“Gül, müzeye dönüştürülen Sinop cezaevinde Sabahattin Ali’nin kaldığı koğuşu gezdi, oradaki yetkililerden bilgi aldı. Çok etkilenmişti. Orada basına konuşmak istedi. “Sabahattin Ali Koğuşu” yazılı tabela ve Ali’nin hapishanede yazdığı, “Başın öne eğilmesin. Aldırma gönül aldırma.” Şiirinin asılı olduğu duvar önünde basına konuştu. 

Siyasi tarihimizde birçok düşünür, aydın ve önemli devlet adamı bu ve benzeri hapishanelere konulmuşlardır. Bütün bunlar ifade hürriyetinin olmadığı, söyleyecek sözü olanların söylediklerinden korkulduğu dönemlerde olan şeyler. Bu yüzden çok acılar yaşanmıştır. İnsanların görüşlerini korkusuzca yazabilmeleri ve söyleyebilmeleri bir ülkeyi birinci sınıf yapan değerlendir.”


“Sen Suriye’nin Dışişleri Bakanı mısın?”

Cumhurbaşkanı Gül, hükümetin genelde dış politikasını, özellikle de Suriye ve Mısır politikalarını doğru bulmuyordu. Başkan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, sanki Türkiye’den çok Mısır ve Suriye’nin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı gibi davranarak çok ileri gittiğini, bunun Türkiye’nin menfaatlerine de aykırı olduğunu, kantarın topuzunun kaçtığını düşünüyordu.”


Kitabı okurken şunu da hissettim. Sanki Abdullah Gül izin verse Ahmet Sever’in anlatmak ve paylaşmak istedikleri o kadar çok ki… Mümkün oldukça kısa tutulmaya çalışılmış. Çok daha detaylı ve konulu kitap oluşturabilirdi. Bence 12 yıl bu kadar ince bir kitaba sığdırılmamalıydı. Umarım kitabın devamı olur.

Özellikle şu dönemde her bireyin okuması gereken bir kitap. Acil tavsiye ederim sevgili kitap severler.


                                                                                                     Flora  







Facebok    : Floraninkitapligi
Twitter       : Florahaz
Instagram : Floraaura5



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder