Ahmet Sever Abdullah Gül ile 12 Yıl kitabında vurguladığı
gibi yaşamış görmüş ve yazmış.
Keşke devlet kademelerinde mevki sahibi, uzun süreli
hizmetler yapmış kişiler, tecrübelerini, deneyimlerini ve eleştirel tespitleri
daha fazla yazsa, halk ile paylaşabilse. Bunu her zaman bekleyen ve dileyen bir
okuyucu olarak Ahmet Sever’e teşekkür ederim. Cesaretinden ve diğer mevkidaşlarına örnek olmasından ötürü ayrıca taktir ederim.
Okurken şunu anlıyorum ki Ahmet Sever’in penceresinden
anlatılan bu kitap Abdullah Gül duygularını düşüncelerini yansıtmış, sesi olmuş.
Televizyonlarda izleyip, gazetelerde okuyup geçtiğimiz, bazı
olayların Abdullah Gül penceresinden daha derin ve farklı bakış açısıyla bize
detayları ile anlatılmıştır.
Açıkçası Sayın Gül’ün pozitif nurası, demokrasiye
bakışı ve algılayışı, duruşu, sakinliği (o güven veren sakinliği), sempatik içten
gülümseyişi (mümkün oldukça gülümseyerek konuşması) ve en önemlisi olaylara
insancıl ve barışçıl yaklaşımı beni oldukça etkiledi. Belki de olması gereken buydu
ama şu zamanda bu kadar kötü örnekler arasında, bu davranış biçimini o kadar özlemişiz ki bizim
içimize su serpiyordu umut oluyordu. Sizce de öyle değil mi? Eminim benim gibi düşünen bir çok insan vardır. Dolayısıyla Türkiye bu özelliklere sahip daha çok siyasetçi kazanması
gereken bir zamanda kesinlikle Abdullah Gül’ün siyasetten uzaklaşması millete her anlamda büyük bir kayıp, uzaklaştırılması ise büyük bir ihanet olacaktır.
Belki de yeni bir siyasi atılım öncesi halka 12 yılın
özetlemek istemiş. Yanlış anlaşılabilir durumları sebepler ve koşulları ile
şeffafça bir de kendi penceresinden anlatmak istemiş olabilir. İyi ki de
yapmış.
Kitaptan Seçmeler; Abdullah Gül ile 12 Yıl
“Gül’e göre Türkiye’nin önündeki üç büyük engel
Abdullah Gül, başkanlığından başlayarak dışişleri bakanlığı
ve nihayet cumhurbaşkanlığı döneminde, üç sorunu Türkiye’nin büyümesinin ve
güçlenmesinin önündeki en büyük engel olarak gördü:
Kürt, Ermeni ve Kıbrıs sorunu.
Bu üç sorunda da inkârcı, kalıplaşmış ve kendinde hiç hata
görmeyen, her yanlışı başkalarında arayan yaklaşımların hiçbir sonuç
vermediğini, tam
aksine bu tür yaklaşımların sorunu daha da kangrenleştirerek çözümü daha da
zorlaştırdığını düşünüyordu.
Türkiye bu engelleri bertaraf etmesiyle, birikimini,
zamanını ve enerjisini ekonomi, eğitim, sağlık bilim ve teknoloji gibi alanlarda
yoğunlaştırabileceğine, AB demokrasisini tam anlamıyla benimsemiş Müslüman bir
Türkiye’nin, ırkçılık, İslamofobi, terör, medeniyetler çatışması küresel
sorunların çözümüne de ciddi katkı sağlayacağına inancı tamdı. İşte bu anlayışla 12 yıl boyunca üç sorunda
da ezberlerin dışına çıkarak cesur çıkışlar yaptı.”
“Öküz altında buzağı aramak
Bu arada, Köşk adeta büyüteç altına alınmıştı. Atılan her
adımın, yapılan her açıklamanın arkasında kötü, başka bir niyet aranıyordu.
Öküz altında buzağı aramak tam da böyle bir şeydi işte. Ekim 2010’da Cumhuriyet
Bayramı resepsiyonu hazırlıkları başlamıştı. Davetiyeler hazırlandı ve
gönderilmeye başlandı.
Tercüman gazetesinin manşeti gönderilen davetiyelerle ilgiliydi.
Gazeteye göre, davetiyelerin üstündeki, “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı”
ibaresinden “Cumhuriyet” çıkarılmış, Abdullah Gül, “Türkiye Cumhurbaşkanı”
olarak davetiye göndermişti.
Şaşırıp kaldık. Hemen eski cumhurbaşkanlarından Süleyman
Demirel Ve Ahmet Necdet Sezer dönemindeki davetiyeleri çıkarıp baktık;
tamamıyla aynıydı. En ufak bir değişiklik yoktu. Bunları birkaç örnekle
birlikte açıklama hazırlayıp gönderdik, Tercüman gazetesine, haberi düzeltmeleri
için gönderdik. Bizim açıklamaya bir satır yer verilmedi.”
“Cumhurbaşkanı görev süresi boyunca TBMM’nin açılış
konuşmalarını büyük önem verirdi. Haftalar önceden hazırlıklar başlanır,
vereceği mesajlar özenle ve titizlikle seçilirdi. Makamın gereğine uygun hükümete,
muhalefete, kamuoyuna vizyon çizerdi. Anayasa değişikliği, ifade ve basın
özgürlüğü, siyasette üslup en fazla vurgu yaptığı başlıklardı. Konuşmanın
omurgasını kendisi belirler yakın ekibiyle saatler süren toplantılar yapardı. Masanın
etrafında sürekli farklı görüşler dile getirilir ve Cumhurbaşkanı’nın önünde
sert tartışmalar yaşanırdı. Zira, bunu kendisi adeta teşvik eder,
mesajlarının
devlet ve kamuoyu üzerinde yaratacağı etkiyi ve tepkiyi sanki bu şekilde test
ederdi.”
“Gül, müzeye dönüştürülen Sinop cezaevinde Sabahattin Ali’nin
kaldığı koğuşu gezdi, oradaki yetkililerden bilgi aldı. Çok etkilenmişti. Orada
basına konuşmak istedi. “Sabahattin Ali Koğuşu” yazılı tabela ve Ali’nin
hapishanede yazdığı, “Başın öne eğilmesin. Aldırma gönül aldırma.” Şiirinin asılı
olduğu duvar önünde basına konuştu.
Siyasi tarihimizde birçok düşünür, aydın ve önemli devlet
adamı bu ve benzeri hapishanelere konulmuşlardır. Bütün bunlar ifade
hürriyetinin olmadığı, söyleyecek sözü olanların söylediklerinden korkulduğu
dönemlerde olan şeyler. Bu yüzden çok acılar yaşanmıştır. İnsanların
görüşlerini korkusuzca yazabilmeleri ve söyleyebilmeleri bir ülkeyi birinci
sınıf yapan değerlendir.”
“Sen Suriye’nin Dışişleri Bakanı mısın?”
Cumhurbaşkanı Gül, hükümetin genelde dış politikasını,
özellikle de Suriye ve Mısır politikalarını doğru bulmuyordu. Başkan Erdoğan ve
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, sanki Türkiye’den çok Mısır ve Suriye’nin
Başbakanı ve Dışişleri Bakanı gibi davranarak çok ileri gittiğini, bunun Türkiye’nin
menfaatlerine de aykırı olduğunu, kantarın topuzunun kaçtığını düşünüyordu.”
Kitabı okurken şunu da hissettim. Sanki Abdullah Gül izin
verse Ahmet Sever’in anlatmak ve paylaşmak istedikleri o kadar çok ki… Mümkün
oldukça kısa tutulmaya çalışılmış. Çok daha detaylı ve konulu kitap
oluşturabilirdi. Bence 12 yıl bu kadar ince bir kitaba sığdırılmamalıydı. Umarım
kitabın devamı olur.
Özellikle şu dönemde her bireyin okuması gereken bir kitap. Acil
tavsiye ederim sevgili kitap severler.
Flora
Facebok : Floraninkitapligi
Twitter : Florahaz
Twitter : Florahaz
Instagram : Floraaura5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder